Cumartesi, Ekim 14, 2017

Empati

             
Empati
Babasını anlamaya çalışıyordu sürekli, yerine kendini koyuyordu bazen. Kızdığı da oluyordu arada ama bir anda sönüveriyordu kızgınlığı. Hiç kimse kötü olsun diye bir şey yapar mıydı? Adım atar mıydı? Olamayacak bir şeydi bu, elinden gelenin en iyisini yapmaya uğraşmıştı o da elbette.

              Çocuklarını üvey ana eline bırakmayı istememişti, öyle demişti kendine sorulduğunda. Nasıl bir duygu olduğunu anlamamıştı o zamanlar. Fazla bir şey dememişti ilk sorulduğunda “neden evlenmedin bir daha?” diye. Çok değişik bir duygu vardı o cümleyi söylediğinde, üzüntü mü, burukluk mu vardı ayırt edememişti.
              Bir an dönüp baktı geriye, beş on adım gerideydi, “dinlenmek ister misin?” dediğinde “dinlenelim” demişti nefes nefese. Hemen kaldırımın kenarındaki banka ilişti yavaşça. Biraz ileride tütün satan yaşlı adam oturuyordu yerde. Bize baktı bir an. Yaşı oldukça vardı tütüncünün, günlük nafakasını çıkarıyordu işte. Her geliş gidişte görüyorlardı kendisini.
              İhtiyar nefeslenirken kalktı oğlu yanında oturduğu yerden ve tütüncüye doğru yürüdü. “Merhaba” diyerek tütünlere baktı, yanda paketlenmiş durumda olanlara bakarak elleriyle yokladı “fiyat ne kadar?” dedi. Başını kaldıran tütüncü fiyatını söyleyince şaşırdı kıyaslayınca içtiği sigarayı. Geçmişte kendisi de tütünden sigara sarmıştı uzun bir süre. Önemli bir tasarruftu o zamanlar. Şimdi daha da fazla tasarruf olacak diye düşünerek yörelerine göre olan tütünlerden oluşan paketlerden ikişer paket olmak üzere toplamda altı paket aldı.
              Neredeyse içtiği sigara parasının beşte biriydi bir paket tütün sigara. Birkaç yöreyi tanıyordu, tütünlerini de biliyordu, sert olan tütünden almadı özellikle yumuşak olanlardan seçti. Sert tütünden bir nefes çekildiğinde öksürüyordu insan ve başını döndürüyordu hemen. Daha önce denemelerinde yaşamıştı bu durumu ve bir daha cesaret edememişti gençliğinde.
              Tütüncü adam sevinmişti satışına.  Tekrar yürümeye başladılar eve doğru.
              Eve gelir gelmez balıkları lavaboda güzelce yıkadım. Üzerindeki suların emilmesi için bir tülbente sararak genişçe bir tabağa bıraktı. Bu arada domates salatası ve marullardan söğüş hazırladı, üzerlerine de bolca limon sıkarak masanın üzerine bıraktı.
              Ah şu adam bir düzelse, kendine tam olarak gelse. Kayıp hafıza bulunup çıkagelse otursa yerine, kendi başına dolaşıp gezebilse, evin yolunu bulabilse yalnız başına. Ben de kendi başıma kalabilsem, şöyle denizin kollarına atabilsem kendimi keyifle, ne güzel olurdu. Görebilir miyim acaba o günlerin geldiğini, Amaaan dedi geçiştirdi içinden. Oğlum durum bu işine gelse de gelmese de artık sen yaşlı hasta bir adamın bakıcısısın, emekli oldun çalışmaktan bundan sonraki işin bu. Kabullensen bir an önce daha iyi olursun. Kendine empoze ediyordu mevcut durumu ama kabullenemiyordu bir türlü.
              Nasıl geçer böyle bir yaşam, ne kadar süreceği bilinmeyen bir durum, yarın ne yapacağın belli aynı şeyler. Değişen durum ileriye yönelik daha zor durumlar olacak. İyi bir şey olmayacak ki, biri, çıkıp dese ki yalandan bile olsa, durumun iyiye gidecek, üç güne kadar mı desem üç yıla kadar mı desem işte üçlü bir vakte kadar falan çok işe yarayacaktı hani. Falcıya mı gitmeli ne?

33/

                                                                                        Dedenin Torunu


Görsel: Google Görseller


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.