Cuma, Mart 30, 2018

Tepeden Kendine Bakış

tepeden-bakmak
İki Ayrı Dünya

Adımlarıma aldırmadan kendimi boşluğa bırakmış gibiydim adeta; tepeden, uçurumun dibine düşerken aşağıdaki kendimi izliyor kendimin hissettiklerini dillendirmeye çalışıyordum, kulaklarım duysun diye.
Canlanan anılar canımı yakıyordu arada bir hemen çark ediyordu aşağıdaki adam, çark etmek de meseleyi halletmiyordu ve çaresiz katlanmak zorunda kalıyordu anılara ve seslere.
“hep yumurtayla idare ettin değil mi? Hiç oturup da adam gibi bir yemek bile yapmadan zıkkımlandın kuru kuruya her zaman. İnsan denilen bir yaratık düşünmez mi hiç sonunu. Hiç mi acımadın kendine. Bak protein plakları tutmuş her yanını beyninin…”
Ayağı parke taşının kalkık köşesine takılınca bir an baktı önüne sümsekleyince ama geçici bir andı bu durum. Seksenlik delikanlı vardı gözlerinin önünde kendisine anlamsız anlamsız bakan. Yılların hasreti vardı önünde ama yiyip bitiriyordu her şeyi. Söylemediğini bırakmıyordu “ne diyor bu çocuk?” dercesine boş boş kendisine bakan gözlere.
Zamanı mı bunları düşünmenin, oldu işte, oldu geçti hepsi!..” fikrini, zikrini, kendini, aklını hatta nesi var nesi yoksa değiştirmeye çaba gösteriyordu. Dünya’yı değiştirecek gücü olan adamın halini gördükçe acımadan edemiyordu kendi kendine. Acımak, acizliktir!” fikriyle kendine cesaret vermeye çalışıp acımasızlaşmaya uğraşmanın verdiği can yangısını hissettiğinde bir daha çark etmeyi düşündü tüm düşüncelerinden. Doğruydu, acımıştı, kendine acıması olmazdı güçlü zamanlarında ama şimdi her şeyden çok acıyordu kendine; acizleşmişti iyice. Belki... Belki değil kesinlikle görenler acıyordu haline, yan gözle bakıp geçenler oluyordu yanı başından.
Kendisinin hem avukatı hem de acımasız yargıcıydı aşağıdaki adam. Avukatlığını pek beceremiyordu ama yargıçlığına diyecek yoktu doğrusu, her önüne çıkanı hemen yargılayıp kalemini kırıyordu hiç tereddüt etmeden. Tereddüt ettiği de olurdu arada ama çok seyrekti bu durum.
nereye kadar…?” diye geçirdi aklının bir köşesinden tüyleri diken diken olunca “nereye kadar, ne zamana kadar sürecek bu durum. Cellatlık hiç de hoş değilmiş!..” burnunun ucunu ısıran sinek canını yaktı bir an ve şaplak indirdi burnunun ortasına. Canı bir daha yandı ama sineği ezebildiğini düşününce, içinde bir rahatlık, zafer duygusu yaşadı. Meydan muharebesi yaşamıştı ve kazanmıştı adeta.
Sineği öldüremediğini düşündü burnunun ucunu işaret parmağıyla yokladığında ucunda bir kan izi göremeyince. “Kaçmış hain…”  diye söylenip kızdı başarısızlığına.  Neden böyle oluyordu sanki? Düştü mü tam düşüyor, kalktı mı tam kalkıyordu, ortası neden olamıyordu bir türlü?
Morali bozuk olduğunda dünyanın tüm kötülükleri tepesine üşüşüyor, hiç iyi şeyler düşünemiyor, göremiyor, aklının ucundan bile geçemiyordu. Hâlbuki morali iyi olduğunda her şey ne kadar da değişik oluyordu; bu iki dünya birbirine hem ne kadar yakın hem de bir o kadar uzaktı. Bunun nedenini çözmeye çalışıyordu sık sık ama kat edebildiği bir yol yoktu hiç de hatta bir iz bile yoktu görünürde.
Her zaman her iki dünya da yerindeydi ve çok sık karşılaşıyordu. Birinde yaşarken daha iyi, kötüsünde yaşarken de nefesi tıkanıp boğulacakmış gibi oluyor dizlerinin bağı çözülüyor, bir süre ne kadar dayanıp katlanabilirse katlanıyor sonunda bir yolunu bulup sürünerek kaçıyordu o kötü dünyadan. Umutlarına, umut kırıntılarının demek daha doğru olacak; sarılıyordu hemen çareymişçesine.  Tekrar gitmek istemiyordu o kötü dünyasına.

150/
Devam edecek... Dedenin Torunu

Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.