"Korkunun ecele faydası yok" |
Korkunun Ecele Faydası Yok
İnsan duygularıyla,
hissettikleriyle şekilleniyordu sanki. Ne kadar kötü hissedersen kendini o
kadar da kötü olan yaşanmışlıklar seriliyordu ardı ardına, tam tersi de
oluyordu. Ne kadar iyiysen, mutluysan her şey tozpembeydi bu yaşamda. İnsan kendini
zorlayarak ne iyi edebiliyordu ne de kötü. Kötü hissetmek çok kolaydı belki ama
iyi hissetmek oldukça zor görünüyordu sanki. İyi ve iyilikler bu kadar
uzaktayken gel de iyi düşün ve iyi olmaya çalış. Dünyayı tersine çevirmeyle
aynı şeydi.
Neyse,
boş vereyim dünyayı falan tersine çevirmeyi de şuradan yavaş yavaş hareket
edeyim bir an önce karşılaşayım neyle karşılaşacaksam. Artık sabrım kalmadı,
sınırı zorluyordum. Teslim oldum ne çıkarsa bahtıma demeye. Başka bir yaptığım
mı oldu sanki.
Oldu
ya, hatırladım ne olduğunu. Yıllar öncesinde Almanya’da Yunanlı bir babanın ıstırabını
dinlemiştim. Beş kız babasıymış adam da bizdeki başlık parasına benzer durum
onlarda tersineymiş. Kız babası ödüyormuş başlık parasını oğlan tarafına. Adamın
beş kızı varmış ve beşine başlık parası hazırlamak için yıllardır Almanya’da
çalışıyormuş ama hala daha yarı yoldaymış. Çok acımıştım 18-20 yaşlarımda
adamın durumuna da kendi kendime pay biçmiştim onun üzerinden. Beni de kız
tarafı istesin diye.
Yıllar
geldi geçti de ne arayan olmuştu ne de soran taa ki bir gün gelip birinin bana
talip olmasına kadar. “heey, ihtiyarlık
başa bela mı oldu yoksa kalk şuradan, bırak sızlanmayı oturduğun yerde.” Dedim kendime.
Şimdi geçmişi düşünmenin ne yeri ne de
zamanıydı. Bir an önce kalkıp düşmeliydim yola.
Nihayet
gelebildim sokağa ama içimdeki pır pır arttı iyice. Birileri içimde benden
saklı bir şeyler evirip çeviriyorlardı sanki. Bazıları da çamaşır sıkar gibi
içimde ne varsa buruyordu. Acı, sıkıntı ve boğulma hissi sardı her yanımı
direksiyonu kırabildim sokağın sonunda sağa ve işte yirmi, bilemedin elli metre
kaldı bahçe kapısına. Belki de balkonda oturuyordur ihtiyar delikanlı. Korkuların
boşa çıkacaktır, bak göreceksin…
Ev
için düşündüğüm ihtiyaçları aldım ellerime, poşetler oldukça kalabalıktı,
arabanın kapısını dirseğimle ittim. Balkonda kimse yok ve pencerenin perdeleri
de çekilik duruyordu. Ev çok sakin görünüyordu dışarıdan. Komşulardan da ses
seda yoktu. Belki de dışarıdaydılar.
Kapının
ziline bastım, birkaç kez daha bastım, ne bir ses ne de kapıyı açan oldu. Ellerimdekini
koydum ayaklarımın dibine ve el çantamdan anahtarı bulup kapıyı açtım. İyi ki
arkadan kilitli değil ve anahtar da alınmıştı. Kapı açıldı. Poşetleri alıp
daldım içeriye, ne göreyim. Bir anda içim sızladı olanca acıyı vererek.
Bir
an nefesim tıkandığını hissettim. Elimdeki torbaları koyup ilerledim salonun
ortasına doğru. Benim geldiğimden bile haberi yoktu sanki. Dünyası değişmiş bir
halde, parçalanmış üçlü koltuğun başına oturmuş gözlerini diğer köşesine
dikmiş, simsiyah haliyle öylece bakıyor aciz bir suratla.
Ayaklarına
baktım, ayakları simsiyah olup morarmışlar her ikisi de, paçalarını biraz
geriye sığadım olduğu gibi mosmorlardı. Dokunduğumu da fark etmedi. Hiç istifini
bozmadan öylece bekliyordu.
Sakin
bir ses tonuyla “ne yapıyorsun?” dedim.
“Hiiiç,
çocuklara bakıyorum, sıkıştılar da, ölecekler, kurtarmaya çalıştım, yapamadım…”
İçim
cızzz etti, bütün ne varsa paramparça oldular yere düşmüş camlar gibi.
182/
Devam edecek...
Dedenin Torunu
Görsel: Google Görseller
dur nasıl yaniii, sıkışmışlar ölecekler mi, anlamadıım kii :) başlık parası iyimiş yani sahiden dee, yunanlıların böyle bir geleneği mi var acaba :)
YanıtlaSildeeptone,
Silkoltuk meselesi sonraki bölümde ortaya çıkacak. anlaşılsın istemedim zaten. :)
Valla, ben adamın yalancısıyım, gerçek bir hikayeydi o başlık meselesi. Adamın ağzından duymuştum benim üzerimden yaptıkları bir şakada. Adam sevinmişti "bu delikanlıya senin kızın birini alalım" dediklerinde geçmişti konuşmalar ve babam da bana tercüme etmişti yemek servisinden sonra. :)