"Sırıtan köpek" |
Arabesk
zamanlarını düşündü yol boyunca yürürken. Dalgınlığı, iş açmak üzereyken başına
başkaları fark edip: “deli mi ne?” diyerek çark ediyordu bazen. “iyi ki
telefonla ilgilenenlere denk gelmiyorum, yoksa koçlar gibi toslayacağız kafa
kafaya…” diye mırıldanınca gülümsemek geldi içinden.
“şu
insanlara aldırmadan yürümek, hatta yaşamak ne de keyifliymiş! Öğrenebildim
sonunda ama biraz geç galiba, neyse!..” devam etti yoluna.
Arabesk
zamanlarının içindeki bazı anlar gözlerinde canlandı. Memleketin hali bir
tuhaftı o zamanlar; üç, beş parçaya bölünmüştü insanlar, Orhancı,
Müslümcü-müslüm babacı- ferdici falan. Daha da vardı aklına gelmeyenler, kadın
sanatçılarda vardı içlerinde. Bazıları hoşuna giderdi de hüzünlenirdiler içki
masalarında arada bir. Aslında felsefi olarak sevmezdi ama olsun zararı yok
görünüyordu o zamanlar.
İnsanlar
neredeyse melankolikti zaten. Herkeste dert bir değil elvan elvandı
anlayacağınız. Her ne kadar karşı dursan da bir dönemdi işte ve yaşandı
geçti.. “geçti mi sahiden?..” kafasını
iki yana salladı saman torbası kafasında asılı sineklenen öküzlerin yaptığı
gibi.
Ayaklarının
altı yanmaya başladığında bir haylidir caddede yürüyordu başıboş. Bir yere
oturup biraz dinlenmeyi geçirince aklından, etrafına bakınarak yürümeye
başladı. Bir şeyler arıyormuşçasına tarıyordu yakın, uzak her yanı. Bulduğunda bir kafeterya, yürümeye başladı o
yöne doğru. Yönünün değişmesi az da olsa rahatsız etti kendisini. Yolunu
değiştirmeyi sevmezdi oldum olası.
Fena
değilmiş burası diye düşünmeye başladı, yere yakın tabureye oturunca. Dizleri
çok kıvrılmıştı, doksan dereceden fazlaydı kırılma dizlerinde. Hemen oturur
oturmaz rahatsızlık verdi dizleri, isyan mıydı bu? Uzattı bacaklarını, kendini biraz geriye
çekerek.
“Bir
çay” diye seslendi kapıda görünen önlüklü delikanlıya. Başını evet anlamında
sallayan delikanlı, hemen döndü geriye. Etrafa göz attı öylesine. Çayı önüne
konduğunda acelesi var gibi hemen bir yudum aldı çaydan. “ohh be, iyi geldi
diyerek başını geriye attı bir miktar ve öyle bakındı havaya, bulutlara. Ne
parlaktı bembeyaz bulutlar, asılmışlar pamuk iplikleriyle ha düştüm ha
düşeceklerdi.
Bulutlardan
kaydırdı gözlerini yüksek yüksek binaların en üstlerine doğru. Bazı balkonlarda
oturanlar vardı, ya düşerlerse diye hayıflandı, ne kadar da yükseklerdeydiler.
Meraklandı bir anda onların yerinde olup tepeden şu geçen kalabalıklara
bakabilseydi keşke.
Eskilerden
kendisi de yapardı yüksek bir yerden aşağıdaki kalabalık insanlara bakmayı.
Karınca sürüsü gibi görünürdü kendisine. Her biri nokta gibi, virgül
gibiydiler. Hiç dur durak bilmeden dalgalanır dururlardı sanki oldukları
yerdeymişçesine. İlk keşfinde bir tuhaf olmuştu, haz mıydı yoksa başka bir
duygu muydu? Daha sonraki zamanlarda sık sık bakar olmuştu insanların nokta
virgül hallerine.
Ne
tuhaftı, insanlar hiç gülmüyordular, asık suratlıydılar daima. Acaba onlardan
bulaşıklık mı kalmıştı kendisinde diye düşününce: “yok canım, o kadar da değil.
Asık suratlı mıyım ben? Arada olsa da sırıtırım sırıtırım…” çayından bir
kocaman yudum daha aldı sırıtmasını herkese göstermek istercesine inatla sağa
sola dönmeye başladı. Sırıtan çömelmiş köpek geliverdi gözlerinin önüne. Sanki
ayağının ucundaydı o köpek. “Bak hala da sırıtıyor” diyerek bardağı koydu
tabağın içine ve eliyle kovdu sırıtan köpeği.
Gülümsemesi
daha da fazlalaştı, neredeyse kahkaha atacaktı ki tuttu hemen kendini: “oğlum
bu gidişin Allende-diktatör- gidişi, ona göre. Topla kendini, hemen topla…” yudumlarını
hızlandırdı ve bitirdi çayı.
“Bir
tane daha, çay.” dedi gülümseyerek.
153/
Devam edecek...
Dedenin Torunu
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.