"Puslu bir kış günüydü" |
Kahvaltımızı
bitirip masayı topladıktan sonra kahveyi geciktirmeden yapıp geldim masaya
tekrar. Amacım biraz daha konuşmaktı kendisiyle. Halüsinasyondan çıkıp
çıkmadığını tam olarak anlamak istiyordum ve olanlardan ne kadarını hatırlayıp
hatırlamadığını da çok merak ediyordum.
Bu
günlere kadar yaşadığımız çoğu olayı tam olarak hatırlamasa da bölük pörçük
hatırladıkları oluyordu çünkü. İlk zamanlarında aslında kızdıklarım ve sertçe
üstüne gittiklerim olmuştu sanki vazgeçermişçesine. Bu durumdan bilinçlenerek
kurtulabileceğini düşünmüştüm en cahil zamanlarımda.
“En
cahil zamanlarım” dedim çünkü bir konuda hiçbir şey bilmediğiniz zaman çok
cahilce adımlar atıp başka bilgilenmelerin ışığında benzerlik ve bağlar kurarak
olaya yaklaşıyorsunuz. Ben de aynısını yapıyordum.
Bir
süre sonra araştırınca meselenin çok başka olduğu konusunda kararımı verdim ve
ne olursa olsun ben de yeni yeni öğrenecektim durumu. Yalnız önemli bir durum
vardı bu rahatsızlık –Parkinson- hakkında. Kesin değildi hiçbir bilgi. Bırakın
kesin bilgiye ulaşmayı tam tersine bulanıktı da her şey. Bir sis bulutu
altındaydılar.
Kendime
göre değerlendirmeler yapıp kişinin özelinde bir şeyler çıkarmaya çalışmaya
başladım bir süredir. Hatırlayabildiğim birlikte geçen anılarımızdan yola
çıkarak adımlar atmaya karar vermiştim bir süre önce.
Eskilerden,
çok eskilerden ölüm korkusu yaşadığını düşünmüştüm. Bize –çocuklarına- zarar
gelecekmiş gibi her an gece ve gündüz tedbirli olmaya çalışıyordu. Hatta bir
seferinde:
Evdeyiz,
yalnız zamanlarımız ve çok zor geçen dönemlerdeyiz o zamanlar. Evin tüm yemek
ve pişirme ihtiyaçlarını ben karşılıyorum. Komşular veya akrabalardan bazen
yoğurt, süt –bizde olmayanlar- gibi şeyler veriyorlar bakraçlar içinde.
Kardeşimle ben oldukça seviniyoruz bu gibi değişik lezzetlerle karşılaşınca.
Daha
küçük sayılırız o zamanlar. 10-15 yaşlarındayız ve bir gün bakraç içinde yoğurt
verdi Akrabalardan birisi. Bakracın üstü kaymak bağlamış neredeyse iki parmak.
Lezzeti deseniz bir harika. Bir parmak atıp tadına bakmıştım daha merdiven
başında elime alır almaz. Yanıksı mı yanıksı. Dayanamadım hemen bir sofra bezi
attım ortalığa ve ekmeği de çıkarıp poşetten –Pazar ekmeği satın alıyoruz-
koydum sofraya ve bağırarak çağırdım herkesi sofraya.
Daha
gelir gelmez, “kim verdi?” diye sordu ve cevap verdiğim anda tuttuğu gibi yere
boca etti. Ne olduğunu anlamamıştık kardeşimle bakakalmıştık aptal aptal. Ağlamaklı oldu gözlerimiz ama ağlayamadık
korkumuzdan. Halimizi görünce anlattı sonra: “çocuklar içine zehir
koyabilirler, almayın bir daha bir şey verirlerse.” Demişti üzgün olan ses
tonuyla. Belki de kendisi de pişman olmuştu sonradan kim bilir.
O
yıllarda tereddütlü kalıyordum o tür durumlara olur muydu? Belki de olabilirdi
de olmayabilirdi de ama benim kişisel kanaatim olmayacağı yönündeydi. Çünkü ne
biz öyle olanlar gibiydik ne de onlar öyle yapanlar gibiydi.
Sanıyorum
yaşanan birkaç örneği vardı benzer durumun. Birkaç dönümlük arazi yüzünden kız kardeşlerden
birisi tek olan erkek kardeşlerinin evinde ekmek ederken –yardıma gitmiş- ekmek
hamurunun içine zehir karıştırdığı iddia edilir ve söylenir. Akşamleyin adam
işten eve gelip sofra kurulur yeni yapılan ekmekten yenilir ve gece uyunduğunda
adam ölür, kadın ve tek oğlanları baygın halde bulunur başka bir kız kardeş
tarafından acil olarak hastaneye kaldırılırlar.
Kadın
ve tek oğulları çocuk –beş yaşlarında- kurtulurlar. Bir daha o kız kardeşler de
o eve adım atmazlar ve kadın ve oğlu da diğerlerine yani kocasının kardeşlerine
hiç sokulmaz. Bu durumun faili ortaya çıkmadı hiç. Nasıl olduysa ortaya
çıkarılamadı ve böylece de kapandı yasal durum ama hala o yıllarda yaşayanlar
tarafından o gün gibi hatırlanır. Puslu bir kış günü diye hatırlıyorum ben de.
185/
Devam edecek...
Dedenin Torunu
Görsel: Google Görseller
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.